KÜTAHYALI ŞÂİRLER SİLSİLESİ 2 ŞEYHOĞLU MUSTAFA

Türkçe Saray Kapısında 

Şi’r-i Hurşîd

Minnet itme ger virürsen yârun içün cân gönül

Işka cânun terk idersen bulasın cânân gönül 

(Gönül; kimseye minnet etmeden sevgili için can verirsen, aşkını terk edersen manevi aşka erişir gerçek cananı (Sâhib-i Cemâl) bulursun.  

Merhabalar sevgili okurlarım. Sizleri gönül merkezli bir diyarın elinde şen şakrak dolaşarak, usanmadan yorulmadan bir derviş edasıyla bağrında nice şiirler yazılmış, türküler söylenmiş, kıyama durulmuş, secdeye varılmış buram buram muhabbet kokan Kütahya topraklarından selamlıyorum. Kütahya saraylarından Osmanlı saraylarına doğru Şeyhi ile başlayan Kütahyalı Şairler yolculuğumuza bugün de Şeyhoğlu Mustafa ile devam ediyor ve sizleri 14. Yüzyılın ilim ve kültür merkezlerinden biri olan Germiyan’a geri götürüyorum. Haa refakatçi olarak da yanımıza şiirler ve hakikatleri alıyoruz. Hak’tan söyleyelim, hakikati yazalım. Ayrıca Şeyhoğlu’nun dediği gibi; 

“Gönülden okuyanlara faydalı ve kutlu olmasını diliyorum.” (Kenzü'l-Kübera ve Mehekkü'l-Ulema (Büyüklerin Hazinesi Alimlerin Mihenk Taşı))

O zaman haydi buyurunuz; yolcu yolunda gerek! 

Serimizin ikinci büyük şairi olan Şeyhoğlu Mustafa Germiyan topraklarında yetişmiş, iyi bir eğitim alarak nişancılık ve defterdarlık vazifelerinde bulunmuş, Kütahya bölgesinde yetişen şairlerin başında gelir. Hem anne hem baba tarafından soyunun ulu, devletli, bahtlı, ilim sahibi kişilere dayandığını kendisi aşağıdaki şu beytiyle bizlere söylemektedir.

İki başdan benüm aslum ulular 

Kamusı devlet ıssı bahtulular

(İki taraftan da benim neslim uludur, hepsi devlet ehli bahtlıdırlar.) 

Ayrıca tek manzum eseri olan Hurşîd-nâme’de adının Mustafa olduğunu,

Gözümi gönlümi doldur safâdan 

Ayırma Mustafâ'yı Mustafâ'dan

beytiyle açıkça ifade etmiştir. Gençliğinde Germiyan Beyliği devlet adamlarından olan Paşa Ağa bin Hoca Paşa’nın (Hoca Paşacık) himayesine girmiş, Mehmet Bey ve Süleyman Şah gibi iki Germiyan Beyinin döneminde yaşamış, beylerin Türk diline gösterdikleri hassasiyet doğrultusunda bizzat tercüme faaliyetlerinde görevlendirilmiştir. Hatta Süleyman Şah’ın emriyle yazmaya başladığı Hurşîd-nâme adlı manzum eserinde; Süleyman Şah’ın vefatı üzerine eseri Yıldırım Bayezid’e (Kütahya edebi muhiti içindeyken Germiyan topraklarının çeyiz olarak verilmesiyle birlikte Osmanlı sarayına intisap eden şairlerden biridir.) takdim etmiş hatta eserini kim için kaleme aldığını söylemekten de çekinmemiştir. Buyurunuz şu beyitler de bunu açıkça söyler;

Süleymân Şeh zamanıydı ki evvel

Uzatdum bu kitâbı düzmege el

(Bu kitabı önce Süleyman Şah zamanında yazmaya başladım.)

Kitâbun yarusın yazınca bârî

Temâm oldı o şâhun ‘ömri varı

(Kitabın yarısındayken Şahın ömrü tamam oldu.)

Bununla birlikte Şeyhoğlu’nun şüphesiz en önemli özelliği Türkçeye yapmış olduğu hizmetleridir. Anadolu insanını temel alan bir anlayışla eserlerini sade bir dille yazmış ve dönemin Eski Anadolu Türkçesini ustaca kullanmıştır. Bu anlayışını şüphesiz şagirdi (öğrencisi) olduğu, kendisi gibi Germiyan sınırları içinde yaşamış olan meşhur Süheyl ü Nevbahar mesnevisinin müellifi, ana dil bilincine sahip Hoca Mes’ud’dan almış olması muhtemeldir. Öyle ki şairin Türk dilini kullanmasındaki maharetiyle, nesir dili adeta 16. yüzyılda ki gelişmiş Türkçe izlenimi verir. Gayesi padişahtan halka herkesin anlayacağı bir edebi malzeme ortaya koymak ve bundan faydalanmalarını sağlamaktır. Göstermiş olduğu çaba onun ve çağdaşlarının, zamanda ve zeminde Türk edebiyatını köklü bir şekilde oturtmuş, Türkçenin de büyük devlet dili olarak sarayın kapılarından giriş yapmasını sağlamıştır. 

Eserleri, Hurşîd-nâme (tek manzum eseri), Kâbûs-nâme Tercümesi (Fars edebiyatı klasiklerinden çeviri), Marzubân-nâme Tercümesi (Fars edebiyatına ait, kökeni Delile ve Dimne gibi hayvan hikayelerine dayanan eserin çevirisi) ve hiç şüphesiz en önemlisi; Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ’dır. (Paşa Ağa bin Hoca Paşa adına kaleme almıştır.)

Onu önemli yapan ise, Osmanlı sahasında ilk, Türk edebiyatında Kutadgu Bilig’den sonra yazılan ikinci siyasetname özelliği taşımasıdır. Evet, doğru duydunuz. Yine Kütahya, yine Kütahyalı olmak… Ee mübalağa sanatının edebiyatımızda ki yeri kuşkusuzdur. Övünmeyelim de ne yapalım ya hu? Tarihin gülen çocuğu yüzümüze bakarken anlatmayalım, konuşmayalım mı? Hiç şüphesiz, Yusuf Has Hâcip’ten Şeyhoğlu Mustafa’ya Kaşgar’dan Kütahya’ya giden edebi ortaklık beni pek bir mesut etti doğrusu. İki önemli kilit! İki büyük başlangıç! Birisi İslamiyet’in ve Türklerin kurduğu büyük devletlerden olan Karahanlı ve Selçuklunun başlangıcı, diğeri cihan devletinin, imparatorluğun başlangıcı! Devletlerin arifesi gibi adeta. Bayramın müjdesini Kaşgar’dan Kütahya’ya 11. yüzyıldan 14. yüzyıla, oradan günümüze kadar getiren bu iki nadide eseri gönlümüzle başımıza taç etmeliyiz. Türkçecilik şuurunun zirveye ulaştığı, hayatının sonlarına doğru kaleme alınan; ahlak, edep, siyasetname türündeki Kenzü’l-Küberâ ile şair, devlet adamlarına ve topluma, onların anlayacağı bir lisan ile seslenmiş ve Türkçeyi miras bırakmıştır. Eserin başında da bu şuuru şu şekilde ifade eder:

“Bu zayıf fakir düşünce köşesine çekildim. Gücüm yettiği kadar bazı kalıcı ve geçici özellikleri bulunan şeyleri, geçmiş din büyükleri ve veliler meşrebine göre birkaç bölüm olarak hak sırlarının bilinmesi bakımından Türkçe kaleme aldım.” 

Klasik edebiyatımız açısından bu eserin Türkçe yazılması, kendi lisanımızda yazılması ayrı bir ehemmiyet taşıyor doğrusu. Tıpkı Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevi’nin Hikmetleri, Yunus Emre’nin şiirleri gibi Şeyhoğlu’nun da bu eserini kendi dilimizden okuyor ve anlıyor olabilmemiz, hiç şüphesiz şairin bu bilinci taşıyor olması sayesindedir. 

Milli ve kültürel değerlerimize olan bağlılığımız bana bir kez daha İYİKİ! dedirtmiş, içine daldığım bu deryadan alnımın akıyla çıkabilmemi sağlamıştır. Türkçecilik şuuru, dil şuuru, onu asırlar sonra bile gönlüyle okuyacak nesillerin yüzlerine bıraktığı tebessümle değerlidir. Bu topraklarda yetişen büyük alimleri okumak, işitmek; kulağımıza küpe olması, yüreğimize dokunması ümidiyle yolculuğumuzun sonuna geldiğimizi belirtmek ve sizleri Dede Korkut’tan bir söyleyişle uğurlamak istiyorum.

“Allah Allah demeyince işler düzelmez, kadir Tanrı vermeyince er zenginleşmez. Ezelden yazılmasa kul başına kaza gelmez, ecel vakti ermeyince kimse ölmez. Ölen adam dirilmez, çıkan can geri gelmez. Bir yiğidin kara dağ yumrusunca malı olsa yığar, toplar, taleb eyler nasibinden fazlasını yiyemez. Gürüldeyip sular taşsa deniz dolmaz. Kibirlilik eyleyeni Tanrı sevmez, gönlünü yüce tutan erde devlet olmaz.” 

Uğurlar ola. 

KAYNAKÇA:

Prof. Dr. Kemal YAVUZ, “SÜLEYMAN ÇELEBİ'NİN YAŞADIGI ZAMANDA TÜRK EDEBİYATI” Uluslararası Mevlid Sempozyumu, Türkiye Diyanet Vakıfı Yayınları, Ankara

Ahmet Atilla Şentürk, “ŞEYHOĞLU MUSTAFA, HURŞİD-NAME İNCELEME- METİN-SÖZLÜK-KONU DİZİNİ DR. HÜSEYİN AYAN”

İsmail AVCI, “ŞEYHOĞLU MUSTAFA: HURŞÎD-NÂME (HURŞÎD Ü FERAHŞÂD)” A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009 Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı 


Paylaş: 

Okur Yorumları

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Neleri kabul ediyorum: ip adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle pa ylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.

Yorum Yaz